23 Haziran 2010 Çarşamba

Yağmuru Sevelim

Dün akşam evden çıkıp Levent'e yürümeye başladığımda gök yüzünü kara bulutlar kaplamıştı. Gök gürlemeleri tüm gece olduğu gibi yükseklerden bir yerlerden biz fanileri uyarıyordu. Evimize kapanıp yerimizi bilmeliydik. Umursamadım tabii. Yoldayken yağmur hafif hafif atıştırmaya başladığında siyah şemsiyemi açtım. Aklıma İstanbul'u yağmuruyla tasvir eden romanlar geldi. Mesela bir "Abdülhamid Düşerken" romanında, paşa dedenin cenazesi yıkanırken göğün yarılıp nasıl İstanbul'a aktığı çok iyi bir şekilde anlatılır. Kitabı okurken yüzüme yağmurun yarattığı o temiz toprak kokusunun vurduğunu hissetmiştim.

Yağmur sevilmeyecek gibi değil ki zaten.

Aylak Adam kitabında Yusuf Atılgan, insanların sinemeya gitme nedenlerinden biri olarak da yağmurun yağmasını göstermiş. Diyor ki, "istiklale yağan yağmurdan kaçmak ancak sinemaya ya da bir kafeye girmek ile mümkündür." Üşümeyeceğimi bilsem her yağmur yağdığında koklamak isterim denizi. Sert vuruşları ile beton korunakları aşındırmasını izlerim dalgaların. Ya da yağmurdan fazla etkilenmemek için buldukları küçük ve köhne sığınaklarında martıları gözlerim.

İstanbul'un yağmuruyla ünlü olduğunu biliyor muydunuz? Ya temiz havasıyla?

Konuyu dağıtmayayım. Arkadaşlarla iki tane çizburgeri mideye indirip, rejimime kısa süreliğine elveda dedikten sonra zaman zaman dedikodu, zaman zaman da eskileri yad ederek saat 1'e kadar sohbet ettim. Geriye dönmek için biraz yağmurun dinmesini bekledik. Talihsizliğe bakın ki arkadaşlarımdan biri kısa şort giymişti ve tek şemsiye getiren bendim :)

Üç kişi büyük şemsiyemin altına girerek yürümeye başladık. Önce kollarımız, sonra sırtımız ve bacaklarımız ıslandı. Ana caddeden bu halimize kendi kendimize kıkırdarken, çevremizde saçak altlarında bekleyenlerin de bize kahkahalarla güldüklerini gördüm. Düşünsenize üç kişi tek bir şemsiyenin altına sığmaya çalışıyor! :) Ana caddeden karşıya geçerken bir koşmamız vardı ki evlere şenlik. Yolun yarısında mahallenin kadrolu delisinin bizi kovalaması ise ayrı komediydi. "Gelin buraya şeker vereceğim size!" diye diye peşimizden hiç ayrılmadı. Yağmurdan da korkusu hiç yok, sırılsıklam koşuşturup durdu. Yağmuru düşünelim, şekerden mi kaçalım ne yapalım bilemedik. Kendimi sürek avının bir parçası gibi hissettim.

Yağmur bahane, eve geldiğidem tek düşündüğüm şey bir şemsiye altında bile eğlenebileceğim arkadaşlarımın olmasıydı. Dostluğun vermiş olduğu o tarifsiz güven duygusuyla her şeyi başarabilecekmiş gibi hissediyorum.

Yağmurla eğlenmek inanın hiçbir zaman beni bu kadar memnun etmemişti.

2 yorum:

  1. ''Dostluğun vermiş olduğu o tarifsiz güven duygusuyla her şeyi başarabilecekmiş gibi hissediyorum.''

    ''Gök gürlemeleri tüm gece olduğu gibi yükseklerden bir yerlerden biz fanileri uyarıyordu. Evimize kapanıp yerimizi bilmeliydik. Umursamadım tabii''

    Cok hoş cümleler Sena, özellikle ilki beni yanılttı. Şöyle; yazının başlığıyla anladım ki yine bir yağmur felsefesine takılıp kalacağım. Yağmurun kendine has duruşu yine az da olsa dolu olan herkesi etkileyen potansiyeli kokacak bu yazı dedim. Nitekim o dostla ilgili cümleye kadar öyle oldu ve garip anılarla çok tatlı bir yazı olmuş. Yerleri ve duyguları bilince fazla tasvir yapmasanda kafamda canlanmaya yetti anlatılanlar.
    Yazının uzunluğuda iyi bence, fazla uzun olunca sıkıyor gibi açıkçası.
    Diğer fani ile ilgili cümlede bugun yazdığım bir yazı ile parallelik gösterdi çok ilginç. Pazar günü bloguma koyacağım yazıya bir bakarsın. Bağlantı kurabilirsin belki. Ama senin blogunu okumadan önce yazmıştım haberin olsun.
    Velhasılkelam sözün özü sana siyah şemsiyenle yağmurlu havada ve sağlam dostlarınla inişli çıkışlı hayatta başarılar.

    YanıtlaSil
  2. Yazını zevkle okuyacağım. Zaten takip ediyorum. Teşekkürler :)

    YanıtlaSil