13 Kasım 2011 Pazar

"Yaşlanmak en aşağı ve kirli şeydir"


"Yaşlılık en aşağı ve kirli şeydir" diyor Venedik'te Ölüm'de Thomas Mann. "Sanat, içsel tutarlılıktan ve insan onurunun yüceliğinden meydana gelmez, sanat bayağılıkta gizlidir" diyor.

Bayağılık... Sapıklık... Görgüsüzlük... Her türlü ihtirasa esir olma...

Sanat bunlardan doğabilir mi? Hiç kuşkusuz Mann'in haklı olduğu bir şey var. Sanat tutarlılıktan doğmaz, doğamaz. Tutarlı olan insan sanata ihtiyaç duymaz. Sanat bir ifade biçimidir, zihnin ve ruhun karanlıklarına hiç çıkartılmayacak gibi gömülmüş anıların, düş dünyamızda gizlediğimiz gerçekleşme ihtimali bulunmayan arzuların gerçeğe döndüğü alandır.

Yaşadığımız dünyayla uyum sağlayamadığımız için sanata yöneliriz. Algıladığımız nesneler, gördüklerimiz, tattıklarımız, sevdiklerimiz ve nefret ettiklerimiz bize bir türlü huzur vermediği için sanatta ifade ederiz kendimizi.

İçimizden geçen en safi düşünceler ve en şehvetli ihtiraslar bin bir incelikle hazırladığımız filmlere senaryo olur, kendi kendimize verdiğimiz mücadeleleri yazıya döktüğümüzde edebiyata giden yolda mesafe alırız. Eğer edebiyat sadece iyi, güzel ve doğru olanı zihinlere işleyen bir araç olsaydı dünya klasiklerinin hiçbiri olmazdı.

Trajedi ve belki de dram edebiyatın kaynağı olduğu kadar, cinselliğe duyulan o bitmek tükenmez merak ve ihtiyaç da insan onurunun maalesef esir alınmış bir yanını yansıtır. Cevap alamadığımız soruları sanat aracılığıyla tekrar tekrar sorarız. Karşılık bulamadığımız hislerimizi onun aracılığıyla fakat bir o kadar da perdelenmiş bir şekilde hayali gök kubbemizde yankılatırız.

Yaşlanma korkusunu bir ara çok derinden hissediyordum. Henüz genç olduğum halde kırış kırış yüzümü hayal ediyordum, artık hiç kimse için çekici gelmeyen bir bedeni olan, insanların yok saydıkları, görüşlerine geçmiş yüzyıldan gelen hayaletlere baktıkları gibi değer verdikleri bir güçsüz, her türlü saygı yitirilen bir düşkün gibi.

İnsan yaşlandıkça mutlu olamaz diye düşünüyordum. İnsan yaşlanmamalı. Bunun tüketim kültürünün bir parçası olduğunu bildiğim halde, kendimi bu düşünceye kaptırmaktan alamıyordum. Hem de yaşamın bir ideal uğruna harcanacak bir zaman dilimi olduğuna inandığım halde!

Sonra sanat sayesinde yaşlansak da değer verilen biri olabileceğimizi fark ettim. Halbuki bu bize dünyayı anladığımız ilk anda beri öğretilen bir masaldı. Ve bunu anlamak için bu kadar düşünmeye gerek yoktu. Neden sorusu burda bir haklılık kazanır. Nedeni şudur: Her insanın bu hayatta öyle ya da böyle yaşayacağı şeyler vardır ve tüm seçimlerimize rağmen kaderimizin bize çizdiği rotada ilerleriz. İnsan buna kani olduğu andan itibaren gerçeklikle ilgili tüm bağlantısını avuntular üzerinden kurmaya başlar.

Evet! İrademiz vardır, fakat bu dünyaya nasıl geleceğimizi seçmediğimiz gibi yeteneklerimizi ve talihimizi de kendimizi belirleyemeyiz.

Bu yüzden bize verilen yegane teselliye, tevekküle ve sanat sığınırız.

Sanat bize ihtiyaç duyduğumuz o yaşamı verir. Sanat bize o an hissettiğimiz o yoğun duyguları açığa çıkaracak bir volkan gibi lavları heyecanla bekleyen seyirciyi ve ilgiyi verir. Bu yüzden seyircisi olmayan sanat ve sanatçı yoktur.

Bu yüzden yaşlılık dünyanın en aşağı ve kirli şeyidir. Çünkü güzelliği gençliğe, saflığı çocukluğa, zekayı olgunluğa ve mutluluğu da içimizdeki en iyilere layık görürüz. Bunlara ulaşamayacağımızı düşündüğümüz için de kendimizi hayal aleminde bunlara sahipmişiz gibi var sayarız. Gençler bu yüzden 50 yaşına kadar yaşayıp ölmek istiyorlar. Bu yüzden çok yaşamayacaklarını düşünüyorlar, çünkü çok yaşamak istemiyorlar!