16 Haziran 2010 Çarşamba

Serin Bir Ağaç Gölgesi

Otobüsten indikten sonra aklımda Ahmet Samim'in ölmeden önce yazdığı son mektuptan satırlar vardı. Boğucu sıcak beni öylesine sarmıştı ki, bir anlığına her şeyi unutup kendimi serin bir yere atma ihtiyacıyla doldum. Birkaç metre sonra büyükçe bir parkın olduğunu biliyordum, hızlıca yürüyerek parka ulaşmak ve her gün geçerken gördüğüm büyük çınar ağacının altındaki banka oturmak istiyordum.

Güneşin sabah saatlerinde bile insanı terleten o yakıcı sıcaklığına rağmen kısa sürede parka geldim. Tamamen gölge olan alana girdiğimde yüzüme ferah bir rüzgar vurdu. Aklıma Ahmet Samim'in cümleleri tekrar geldi.


Demiciköyü'nde bir bayır tepesinde küçük ve garip bir köy kabristanı vardır. İstiyorum ki beni oraya defnetsinler. O mezarlığın kenarında gençliğimin en tatlı birkaç saat şiir ve hulyasını geçirdim. Fikrimin o küçük mezarlıkta olduğu kadar derin bir sükûn ve istiğraka daldığını bilmem. Mezarlığın bulunduğu tepeden bütün kırlar, tarlalar, etrafın uzaktan birer küçük ve yeşil demete benzeyen koruları, ormanları ve nihayet ta ilerde Karadeniz'in gâh durgun ve mavi, gâh beyaz ve coşkun, uçsuz bucaksız yüzeyi görülür. Cenazemin de orada kalmasını istiyorum. Bana dindarane bir tevekkül geldi ve ölmeğe dahi hazırım.


9 Haziran 1910'da öldürülmeden önce kayıtlara geçen son isteği olan bu satırlar bana nedense her şeye rağmen güzel olan bir İstanbul sabahında tarifsiz bir hüzün verdi. Çevremde kuş sesleri, öte yanda ana cadde'den yükselen araba homurtuları... Güneşten kurtarılmış bu kutlu alanda kederlenen sadece ben miydim?

Biraz sonra benim o banka oturmamdan cesaret almış olmalı ki başka bir kadın da elindeki siyah çantasıyla gelip benim yanımdaki banka oturdu. Çantasında bir şeyler arandıktan sonra sabit bir şekilde karşıya bakmaya başladı. Biraz sessiz kaldık.

Kalkmalıydım, sonuçta işe geç kalıyordum. Doğrulup giderken yanımda oturan kadının yüzüne dikkatli bir şekilde baktım. Gözlerinin altı kırışmış, fazla gülümsemesinden olsa gerek ağız kıvrımlarında da çizgiler belirmişti. Çok yorgun duruyordu, belki de o anda ömrünün belaları aklından geçiyor, ölsem de kurtulsam diye düşünüyordu. Kim bilir onda da dindarane bir ölüm korkusuzluğu ortaya çıkmış olabilirdi. Yanından geçerek ara yola doğru yürüme başladım.

Hiç bunları düşünmemiş gibi işime odaklanmalıydım. Ne yazık, iş hayatında duygulara yer yok.

4 yorum:

  1. yalın alıntılı kısa ve öz bir çalışma, sıcak ağırlığını koymuş gibi

    YanıtlaSil
  2. yazı güzel ellerine vede yüreğine sağlık herseyden önce başarılı bir çalışma olmuş bence. ama bir cümlesi beni korkuttu gülmeye karşı:)malum insanlar fiziki görünümü düzgün olması için akla ziyan yöntemler denemekte. kırışıklarla mücadele için gülmekten vazgeçmesinler :) "gülümsemesinden olsa gerek ağız kıvrımlarında da çizgiler belirmişti."

    YanıtlaSil
  3. senacım iyi bi yazı olmuş. anlık gözlemlerin, ruhhalin ve zihnindekileri güzel bi kurgu ve akıcı, sürükleyici edebi bi dille yazmışsın. devam et :)

    YanıtlaSil
  4. beni bu güzel havalar yaktı der şairin biri. bende diyorum ki, beni bu melankolik yazılar bitirdi...

    YanıtlaSil